29 Kasım 2020 Pazar

GÖRMEDİM- DUYMADIM

 Ben ucu ucuna yetiştim. 12 Eylülden sonra sıkıyönetim komutanlığı gazetelere -kibarca nasıl söylenir- yayın yasağı ile ilgili tebligatlar yapardı.

Fransa ile ticari ilişkilerimiz konusunda haber yapılmayacaktır.

Tebliğ eden..

Tebellüğ eden.

Bugün bilmem nerede meydana gelen silahlı çatışma haber yapılmayacaktır.

Akla gelen her konuda yayın yasağı olablirdi: Eski siyasilerin bu açıklaması gazetelerimizde yer almayacaktır.

Bizim bir ilan tahtamız vardı..Her gelen tebligatı oraya iliştirir, ara sıra bakardık. Bütün titizliğimize rağmen 

Fransa ile ticari iişkilerimiz konusunda haber yapılmayacaktır, tebligatını gözden kaçırmışız. O da o kadar sıradan bir haber ki..İhracatımız arttı, demek bile yasakları çiğnemek anlamına geliyormuş. Bir hafta kapatma cezası verdiler.

....

O günlerde yarım aklımızla şu sıkıyönetim dönemi bitse ne güzel gazetecilik yapılır, hayallerimiz vardı.

Benim sonradan farkettiğim sıkıyönetim dönemi ile diğer dönemler arasında çok da fark olmadığı.

O günün dengeleri değişiyor, yeni dengeler kuruluyor. Yeni dengelerin yeni örtülü kuraları oluyor.

Kamuoyu, genelde bu sınırlamaları hükümetlerle ilişkili zannediyor. Hadi işin o kısmının öyle böyle bir açıklaması olabilir. Ticari ilişkiler denir, zarar görme korkusu denir, mutabakat denir vs. Oysa ondan çok daha önemli sınırlamalar var. Bu işlerle uğraşanlar teselli bulmak için Amerikan şablonu ile konuşup "ulusal güvenlik" diyor. "Ulusal siyaset" diyor.

Neymiş ulusal siyasetimiz, deseniz iki satırı yanyana getiremeyiz.

Güneydoğu konusunda inandıkları gibi yazamazlar.

Kuzey Irak konusunda yazamazlar.

Suriye konusunda yazamazlar.

İçerde başka türlü konuşup dışarda başka türlü yazarlar.

2010'lu yıllarda,Ergenekon davaları döneminde bir gazetenin alışılmadık çıkışları olmuştu ve  herkesi şaşrtmıştı. Çoğunluk olup biteni onların cesaretine bağlamıştı.Hiç kimse şimdiye kadar niye bir tek cesur insan çıkmadı, demedi. Hayır hayır, ben dedim de kimse kabul etmedi.Ben bu konuların cesarete muhtaç olduğuna inanmadığım gibi milli irade ile sağduyu da inanmam.

....

 1999'da zamanın kuvvet komutanı sınırda bir açıklama yapmıştı, Suriye'ye adeta ultimatom vermişti. Örgüt liderini hemen sınırdışı et, yoksa sonu kötü olur, demişti.  Üç dört gün içinde örgüt lideri sınırdışı edilmişti.

Hiç kimse sormamıştı: Madem bu iş bu kadar kolaydı da gidip sınıra ihtar çekmek için niye 14 sene beklendi.Hadi masumane bir şekilde , " demek ki vakti saati gelmemişti" diyelim.

Cesaret de öyle birşey. Bizim okurken korktuğumuz konuları her gün arkasında durarak yazmak  cesaretle ilgili olsaydı ondan önceki 30,40,50 sene boyunca hiç olmazsa bir iki kişi çıkardı.

Bu başka bir şey..Dışımızdaki dengeler değiştikçe içeriye bazen korku, bazen cesaret, bazen temkin, bazen kararlılık, bazen sağduyu, bazen istİkrar olarak yansıyor.

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Kıvraklık yolu kısaltıyor, maliyeti düşürüyor; o kadar...

2.3.17

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder