8 Ocak 2025 Çarşamba

AGONİ

Meşhur Fransız profesörü Poincare, ölümünden önce hafızasını kaybetmiş. Son gününde ziyaretine gelen arkadaşı, Poincare' nin hanımını çok telaşlı görmüş.

Demiş ki hanımı;
- Bugün durumu iyice ağırlaştı. Hafızasını kaybetti, artık beni bile tanımıyor; konuşamıyor.
-Ben onu konuştururum demiş, arkadaşı ve Poincare'ye sormuş:
- 12'nin karesi kaç?
Üst üste tekrarlamış Fransız profesör:
- 144, 144, 144
...
İnsan, tıpta "agoni" denilen  "sekerat-ül mevt (can çekişme anı) hâlinde şuurunu da, hafızasını da kaybedermiş.
Lüzumlu bazı bedeni fonksiyonlarını (dolaşım ve solunum) zorlukla yapabilirmiş.
İşte bu anda sadece kalpte yer eden sevgi ve meyil kalırmış.
Derdi davası rakamlar olan Poincare işinde fani olmuş. Ömür boyu uğraştığı işi kalbinde yer etmiş ve kemikleşmiş. Tek hedefi olan rakamlarla kalbi hemhal olmuş.
Bu olayı nakleden psikiyatra sordum:
-İnsan agoni hâlinde şuurunu kaybediyorsa sorulara nasıl cevap veriyor?
Anlattı:
- Bu hâldeki insanlar için bazı bilgiler akıl meselesi olmaktan çıkıyor. Kalp meselesi oluyor. Şuurunu kaybediyor ama derdi davası hâline gelen iş kalbinde yer ediyor.
-Adam bakkal ise bakkallıkla ilgili şeyleri unutmaz mı?
-Hayır öyle değil. Her insanın elde etmek istediği, varmak istediği bir hedef olur. İnsanın ele geçirmek için bütün kabiliyetini seferber ettiği şey ne ise o insan için mabud odur. Önemli olan adamın bakkal, manav, kasap olması değil.. Kavuşmak istediği şey.
Çünkü kalpte yer eden bu arzudur.
....
Ayhan Songar'ın hocası Necmettin Polvan, sekerat-ül mevt hâline gelince;
-Işıkları söndürün, sayaç dönmesin demiş.
İnsanlar ölürken hafızalarında değil, kalplerinde yer eden  şeyleri tekrarlarmış.
Yaşarken neyi dert ve dava edinmişse ölürken onu fısıldarmış.


BİR BERBER BİR BERBERE...

Birçok şehrimizde kurtuluş töreni yapılıyor.
Şehrimizin düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü.
Tören nasıl yapılıyor;
Şehrin ileri gelenleri için ana cadde üzerinde oturup töreni seyredecekleri bir yer hazırlanıyor.
Askerler geçiyor, çocuklar geçiyor.. Elinde tahta tüfeklerle temsilî milis kuvvetleri geçiyor.
Ara sıra temsilî milis kuvvetlerinin önüne temsilî düşman kuvvetleri de konuluyor.
Temsilî milisler temsilî düşmanları tahta süngülerle yere seriyor.
Çocuklar şiir okuyor.
Askerî bando marşlar çalıyor..
Bütün bunlar ne için yapılıyor?
...
İlkokula giden çocuğunuz, bu töreni seyrettikten sonra "baba bu neyin töreni?" dese göğsünüzü gere gere ilkokuldan aklınızda kalan hikâyeleri biraz da süsleyerek anlatırsınız.
"Güzel çocuğum, düşman ülkemize girmişti. Cephanemiz bile yoktu. Baltayla, kazmayla, mutfak kepçesiyle düşmanı kovaladık. Bizim ilimizde deniz yoktu.. Denize dökemedik ama deniz olan illerimizde düşmanları denize döktüler. Ülkemiz kurtuldu" dersiniz muhtemelen.
Yine düşmanlarla yatıp kalkıyoruz.. "Baba neden yine denize dökmüyoruz" diyen çocuk olursa ne diyeceksiniz? 13.3.2015

7 Ocak 2025 Salı

OLSA İLE BULSA

 Yıllar önce gelir gruplarına göre insanların tüketim alışkanlıkları ve harcama meyilleri üzerine bir araştırma okumuştum.

Bu araştırmanın bir maddesi şöyleydi:

Aylık geliri 1000 lira olan zanneder ki, 1500 lira olsa sıkıntıları bitecek..Kendi hesaplarına göre açığı 500 lira..

Oysa 1500 lira alanlar da var, onlar da 2200 lira olunca problemlerinin biteceğini zannediyor..

2200 alanlar..bütün açığın 800 liradan ibaret olduğunu, 3000 lira olması halinde düze çıkacağını zannediyor..

Bu kademeler taaa 13.000 dolara kadar gidiyor.

13.000 dolar sınır..13.000 dolar aylık geliri olanlar..15 bin olsa, 20 bin olsa şöyle ya da böyle yaparım demezmiş..O sınırda keşke bitiyormuş.(*)

Bitiyormuş derken sabit geliri olanlardan sözediliyor.

İstediği zaman istediği kadar harcama imkanı olanlar farklı bir kategori.

Bu yabancılar için yapılmış bir araştırma..

Size göre Türkiye'de bu sınır nedir?

Matematik olarak bakınca sınır daha düşük gibi görünüyor.

Yani Amerikalının 13.000 dolara satın alabildiği mal ve hizmetleri bir Türk 9.000 dolara alır, o halde sınır 9.000 dolardır, diyor sohbet ortamında sorduğum arkadaşlarım..

Bana makul bir izah gibi gelmiyor.

Satın alma gücü paritesi hesaplarına esas olan sepetin içinde olmayan, adı konulmamış refah kriterleri var..Onları yabancılar Türk vatandaşının ödediği bedelin dörtte birini ödeyerek alıyor.

Dolayısı ile eğer bu araştırma doğru ise bizde de sınır ya aynıdır ya da biraz yüksek.

....

Böyle bir araştırma bizim ne işimize yarar?

En azından kendimizi avutmamış oluruz.

İmkanım 3 lira, 5 olsa hiçbir sıkıntım kalmaz, diye düşünmeyiz.


(*) Bu rakam doların değer kaybını dikkate alınca,10 yılda yüzde 40 kayıpla 18.000 doları aşıyor. 


PSİKOLOJİK HARP


Ertuğrul Zekai Ökte, Psikolojik harp deyince akla gelen ilk isim..O da verdiği bir mülakatta; " psikolojik harekatı Türkiye'de ben başlattım. toplumla ilişkiler başkanlığı'nı kurdum, o zaman bilinmiyordu. Psikolojik harekatı Toplumla İlişkiler Başkanlığı yapar. Gizli kısmını MİT yapar. İçeriye, halka karşı da yapılıyor. Her türlü vasıta kullanılır. Medyayla da yapılır. Medyanın yüzde 80'i psikolojik harekat yapıyor" demişti.

Eskiden "devetimiz" deyince iş bitiyordu. Şimdi yetmiyor. Bir soru daha sormak lazım: Bu işleri kim, kimin için yapıyor?

Kimse kimseye güvenemiyor. Herkes herkese şüphe ile bakıyor.

Herkes kendinden endişe ediyor.

"Bizim için" diyebiliyor muyuz? 10.10.2017


9 Haziran 2021 Çarşamba

Kemalizm kalır ilkeleri değişir

 Ahmet Özal, iki sene önce babasıyla ilgili bir hatıra anlatmıştı:

"Babam yeni Başbakan olmuştu. Konuta gittim, özel kalemi içeride paşaların olduğunu söyledi. Onlar çıkınca içeri girdim.. Masanın üzerinde iki klasör vardı. Birisinin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin Kıbrıs Politikası, diğerinin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt Politikası yazıyordu" demişti.

İki paşa, yeni Başbakan'a hem hayırlı olsun diyor hem de bundan sonra adım atarken bu iki klasöre göre konuş demiş oluyor.

Şöyle düşünülürdü: Devlet ayrıdır hükümet ayrı.. Hükümet politikası devlet politikası ile çakıştığı müddete işler iyi gider çatışırsa -öyle ya da böyle- düzeltilirdi.

Yine aynı yıllarda biz de saf salak akıl yürütürdük. Derdik ki: Hadi hükümet politikasının nasıl oluştuğunu biliyoruz. Parlamento var. Teorik olarak orada olgunlaşır, bir karara varılır, varılan kararı hükümet uygular. Peki devlet politikası nasıl oluşuyor ve hangi şartlarda değiştirilebiliyor. Bunun yazılı olan veya olmayan prosedürü ne? Devlet deyince aklımıza kimler gelir. 

Hükümet artı cumhurbaşkanı artı ordu yan yana gelince, mutabık kalınca devlet olur mu? 

Bu soruya cevap arıyorduk. Ben başka takıntı ve önyargıyla bunların mutabakatıyla da olmaz deyip orada kalıyordum. Bazıları da devlet politikası denilen şeyin aslında askeriyenin vesayet şalı olduğunu, MGK'da mutabık kalınan konuların devlet politikası sayılacağını söylüyordu.

Acaba aynı ağızlar bugün bütün şartlar değişmiş görünmesine rağmen ( cumhurbaşkanı ayrı bir kutup değil, örtülü açık asker dayatması yok) devlet politikası kavramını nasıl tarif ediyor, karar mekanizmasının şemasını nasıl oluşturuyorlar?

Pratikte değişen şey ne?

....

Bu girizgahtı, asıl konu değil. Bizde malum cumhuriyet hep kutsandı, bir de böyle ağız şapırdatarak ilkelerinden bahsedenler hep oldu. Ama işte ilkeleri deyip alt alta sıralayabilen hiç çıkmadı. Belli başlı tarihlerde TRT ekranına çıkan inkılap tarihi profesörleri de çok zorlanırdı. Bağımsızlık derlerdi.. Bağımsızlık niye cumhuriyetin ilkesi olsun.. Devletçilik derlerdi..ne olduğu anlaşılmazdı. Milliyetçilik.. Ne demek anlaşılmazdı. Kemalizm'in ilkeleri ile harmanlanır, aslında aynıdır denirdi, denmezdi.. Yuvarlanırdı.

Cumhuriyetin ilkesi diye bir şey olmaz da zorlayan olursa Kemalizm'in ilkeleri olur. O da yazılıp söylenenler olmaz. 

 Beş altı yıldır Kemalizm'in ilkelerinin değiştirileceğini düşünüyordum. Kapak yine Kemalizm olacak.. İçindeki metinler değişecek. Sanki bunun ipuçlarını ekranlarda görür gibi oluyorum. Bazı tipler üzerinden bunun işaretleri serpiştiriliyor.

Ben birkaç sene önce bu değişimi abartarak şöyle demiştim: Mesela Kemalizm'in yeni ilkeleri aman çocuklarınıza Kuranı Kerim öğretin, olabilir. Dininizi iyi öğrenin olabilir. Duvarlarda İstikbal Göklerdedir gibi...Vatandaşını görünce , "Selamünaleyküm" diyen subaylara ne mutlu olabilir.. Cuma namazına giden subay methiyesi olabilir..

Bu sulandırmak mı olur, yumuşatmak mı bilmiyorum. Yüz yıl sonra Türkiye'yi değişen şartlardaki rolüne adapte etme çalışması denir mi ? Onu da bilmiyorum. Yani geçişte böyle bir ara nağmeye ihtiyaç duyulmasının sebebini açıklayamıyorum.

....

Kırmızı kitap (Milli Siyaset Belgesi) denilen metinlerin nasıl değiştiğini duyduk. MGK bir konu üzerinde mutabık kalınca o mutabakata göre yeni politikalar tespit edilip kayda geçiyormuş. Beş yılda bir değişiyormuş ama bu kural değilmiş. Peki Kemalizm'in ilkeleri değişecekse, yumuşatılacaksa, veya aynen kalacaksa bunun kararı hangi aşamalardan sonra ve nasıl veriliyor?

Yazılı kuralları olduğunu, tartışıldığını düşünmüyorum. Başka bir olgunlaştırma kanalı var.. Biraz daha bekleyelim bakalım. Resim tam görünmüyor. Kürtlerle anlaşma sağlanırsa beki resmin bir kısmı daha ortaya çıkar.  13.11.2014

10 Şubat 2021 Çarşamba

Bu devleti o kadar hafife almayın..

 Tamam, almayalım. Almıyoruz.

O zaman son vecizemizi şablonda bir yere oturtabilmeliyiz.

Bu devleti bu kadar hafife almayının altında yatan veya yatırdıkları şu: 

Zannediyor musunuz ki, devlet olandan bitenden, 15 temmuzdaki kalkışmadan, bu adamların böyle bir halt yiyaceğinden habersizdi.

Bu oraya gidiyor.

Ondan sonrası insanı ferahandırıyor: Bu salakları gaza getirdiler, fişeklediler, yarı yolda bırakıp olgunlaşmış armut gibi topladılar.

Bunu doğru kabul edince ağlaşmaları nereye oturtacağız.

Askeri liselerin yüzde 97'sini ele geçirmişler.

Bu işlere 980'lere başlamışlar.

Yargının üçte biri ele geçmiş.

Tuğneralliğe kadar yükselen yüzlerce adamları var.

Polis, maliye, MEB gibi önemli  kurumların personel başkanlıkları kilit noktaları ele geçirilmiş.

Orduda kilit noktalar ele geçirilmiş.

Bu miş, mişlerin başlangıcı 30 sene, hattta 35 sene öncesine gidiyor. Hafife almayalım dediğimiz istihbarat ve devlet 35 sene sabredip büyütüp palazlandırıp sonra mı hespini tezgaha getirmiş.

35 sene hayatlar karartılmış, ordu, polis teşkilatı akademiler, üniversiteler elden gitmiş..Devlet de sabretmiş, sabretmiş, sabretmiş, sabretmiş, 35 sene sonra bıçak kemiğe dayanınca tasfiye mi etmiş.

Bu mudur.

Bu değilse kastedildiği anlamda zaten her şey kontrol altındaysa ağlaşmalar yalan.

Ağlaşmalar yalan değilse öbür ucu yalan.

Hem biz devlet deyince ne anlıyoruz? 

Matematiği de çok hafife alıyoruz.

Ekonomin neyse istihbaratın odur.

MEB'inin standırdı neyse ordununki de üç aşağı beş yukarı odur.İyi ordu kötü MEB, mükemmel TÜBİTAK, eh iştelik sanayi olmaz. 

Belli bir olayda emperyal bir ülkenin istihbarat teşklatını oyuna getirebilirsin, bir alanda bir dafalığına alt edebilirsin. Ama süreklilik başka şeylere muhtaç.

Arabistan petrol geliri ile istese çok büyük bir istihbarat teşkilatı kurabilirdi. Ama onun olmazdı. 

Adamlar geçmişte o kadar para ile sağı solu nükleer silahlara donatsalardı hiçbir işlerine yaramazdı. Onun için dahi belli bir büyüklüğe erişmek lazım.Doğal yollardan. Üretimi ile, teknolojisi ile, ekonomik büyüklüğü ile.Toprak büyüklüğü ile.Kullanabilirseniz jeopolitk de paradır. 

BU işin ayıbı yoktur. Devlet reklamı yapmanın da alemi yok. Bu konuda mütevazılık kaybettirmez. Teorik olarak bizim teşkilatlarımızda  uluslararası istihbarat teşkilatlarının parmağı ve uzantısı vardır. Bunlar her zaman zor kullanmazlar. Kamuoyunu şekilden şekile sokabilirler.Hem de bize soktururlar. Bizden olanlar koşturur. İyi niyetle koşturur. 

15 temmuzda olduğu gibi birilerini gaza getirip kalkışma yaptırabilirler. Biz daha kalkışmanın amacını dahi bilmiyoruz. Bilsek şöyle diyebiliriz: Amaçlarına ulaşamadılar. Bu işleri bizim devletmizle bizim istihbaratımızla istişare ile de yapabilirler. Zımni mutabakat ile de olabilir.Her türlü olur. İstihhbaratla yanıltarak olur. Perdeleyerek olur.Belki devlet kadrolarını temizlemek için olur.

Aradan işe yarayan adamlar gider. Belki yeni yapılanmaya kapı aralamak için olur.Belki bu hızla adamların istemediği kadroları devre dışı bırakmış olabiliriz..Her şey ihtimal.

İşin başından beri varsak ne ala..Ama sıralama hesaplarına göre olamıyoruz. Bizde çok akıllı adamlar varsa, başkalarının böyle bir hesabı olduğunu analiz etmişse, onların hesaplarını kolaylaştıracak işler yapmış  olabilirler. Darbecileri gaza getirenleri gaza getirmek gibi.Orada da başa dönüyoruz: Sıralamadaki yerimize bakınca böyle başarılar bir defa olur. Lokal olur. Başka yerde acısını çıkarırlar.

Şimdi ne söylesek boş. Dönüp dolaşıp geldiğimiz veya gittiğimiz yere bakarak belki birkaç sene sonra belki seneler sonra anlayabiliriz.

Kıbrıs çıkarmasını kimin için yaptığımızı sıradan vatandaşlar olarak 25 sene sonra farketmiştik.Siyasiler 12 Mart'ı ,12 Eylül'lü kaç sene sonra anladılar. Paşaların yüzde kaçı darbenin asıl sebebini anlayabilmiştir.Zor iş.  3.8.2016


Vatan haini üreten sistemin vebali kimin?

 923- 50 arasında vatana ihanetle suçlananların isimlerini alt alta yazıp bakmanızı tavsiye ederim. Daha enteresanı Hitler ortalığı kasıp kavururken  itibar görüp devrildiği anda hain ilan edilenler var.Almanya nereee Türkiye nere? Ama rüzgar ters dönünce şartlar buradaki bir kesimin hain ilan edilmesine sebep oluyor. Demek ki hainlik biraz da konjonktürel.

50'de hain edebiyatı biter gibi oluyor. 

57'den sonra hinlik başka bir şekle bürünüyor. O dönem hain ilan edilenler farklı.

60 ihtilali.. Yeni hainler. 

Sonra soluklanma..971 yepyeni hainler. Hem de ne hain..Anayasayı tebdil, tağyir ve ilga etmek isteyen hainler.

Sonra iç karışıklık.. Yaşı 50'yi geçenlerin bildiği kamplaşmalar.. Sağcılar, solcular, akıncılar.. Memleket ne hale gelmiş abi. Öyle denir ya.. Yeni hainler..

12 Eylül: Eski hainleri temizlerken yenilerini türetti. Ne yapmıştı o hainler..Yurt dışına kaçmıştı. Sonra ne oldu? Bazıları Özal zamanında döndü, bazıları daha sonra. Ne oldu, adamlar mı hainlikten vazgeçti  biz mi onlara hain demekten vazgeçtik?

Sonra efendim 28 Şubat döneminin hainleri..En sembol ismlerinden biri Refah Partili Hasan Mezarcı idi. Adam ya sıyırdı, ya sıyırmış gibi yaptı..Hayatta mı öldü mü bilen yok.

Sonra? Vesayetten kurtuluyoruyuz döneminin hainleri..Ergenekoncular..Hani şu sağa sola silah gömenler..Nereyi eşsen silahların çıktığı devirler.

O hainler nerede? İçerde olanı var mı?

Sonra? 

Yeni dönemin hainleri..Hain aşağı hain yukarı..

Şerif Mardin, “Türkiye’de düzene itiraz eden bir kesimi ötekileştirmek ve onu uluslararası bir gücün maşası, hain olarak göstermek; idare etmenin temel mekanizmasıdır.” demiş, seneler önce.

Bu bir idare tarzı.

Neden bu süfli metotlara ihtiyaç duyuluyor sorusuna cevap aranabilir.

Daha çok hangi dönemlerde ihtiyaç duyulduğuna dair bir çalışma da yapılabilir.

Üstünkörü bakınca öncesini es geçip 938 sonrasında haini bol dönemlere işaret koyarsanız o dönemlerin ortak yönlerini bulabilirsiniz. Karın ağrısına sebeb olan konular vatan millet konuları değil.Neticede bir iktidar mücadelesi.

Mücadele her yerde olur. Neden mertçe olmuyor, onu soruyorum.

Bizden öncekilerin bu metotları tepe tepe kullanmış olması bize de vicdanen bu hakkı verir mi? 

1789'dan 2015 kadar Fransa'nın 226 yıllık hainlerini toplasanız Filistin, Mısır, Suriye ve Irak'ta bir yılda hain ilan edilen sayısına erişemezsiniz. Bu mukayeseden bir yere varılabilir mi? Daha doğrusu böyle bir derdi olan var mı?

Yalan olmadan hain olmaz. Habire hain üreten sistemden kime hayır gelir?  3.12.2015


O DEVLET Kİ...

 Bize eskiden derlerdi ki, devlet denilen yapı sizin gördüğünüzden ibaret değil.. Siz bir yüzünü görüyorsunuz. Siyasi partileri, yüksek bürokratları, hükümet üyelerini.. Bir de görünmeyen yüzü var. 

Ergenlik çağımızda masal gibi anlatılan devlet hikayelerinden anladığımız şuydu:

Devletin görünen yüzündeki kadrolar konuşuyor tartışıyor, anlaşıyor, anlaşamıyor, üzülüyor, seviniyor, acıkıyor, öfkeleniyor..

Onlara bakarak karamsar oluyoruz, ümidleniyoruz. Ama bir de görünmeyen yüzünde bizim için çalışan çırpınan, didinen ve hep bizim iyiliğimiz isteyen insanlar var. Onların böyle zaafları yoktur.

Onlar bazen kararlı bir şekilde iki adım atar..

Bazen bilerek geri çekilir.

Her zaman her ihtmali hesap eder.

Ortalıkta görünmez ama her şeyden haberdar olurlar.

Bu masallar hala anlatılıyor.Son aylarda Ergun'un masallarını okumuyorum. Her ortamda siyah gözlük takan, her buluşmaya bastonuyla gelen (Muhtemelen tipleme Kurtlar Vadisi'nin Doğu Beyi'nden mülhemdir)  masal kahramanı amca 7 Haziran seçimlerinden söz etti mi?

Bu tabloyu bekliyorduk gibi..

Hazırlığımızı yapmıştık gibi..

Düşmanları yanıltmak için böyle bir tabloya zemin hazırladık gibi..

Hatta,  siz daha oyları sayarken biz tekrar seçimin çalışmalarına başlamıştık gibi..

Masal kahramanlarına soru nasıl sorulur bilmiyorum .. Hazır metin..Belli paragraf aralarına boşluk açıp soruyu araya yazmak lazım:

-Efendim 1 Kasım'da aynı tablonun çıkma ihtimali var mı?

Cevabı biliyorduk, bekliyorduk olamaz. 

Var ya da yok demesi lazım. Metinde var veya yok satırı olmadan sorusu da olmaz.

....

Siyasi partilerden söz etmiyorum. 

Devletten sözediyorum.Devlet, hele sonuçları görelim de demez.

Devlet milli irade tecelli etti de demez. Partiler der.

Düze çıkmanın, bu badireyi atlatmanın tek yolunun 7 Haziran tablosunun değişmesine bağlı olduğunu zannedenler var.

Seçim sonuçları üç aşağı beş yukarı aynı olursa neler yapılacağına dair her ihtimal için ayrı ayrı ve detaylı hesaplar yapan -masallardaki gibi- görünmeyen adamlar var mı, onu merak ediyorum. 

Eğer devlet adına düşünen isimler seçtiklerimizin, gördüklerimizin, sesini duyduklarımızın bir benzeri ise..Kır kapıyı Selami diyenlerin dirayetine muhtaç ise..Konuşup tartışmaları istikşafi (İlber Hoca ağzını yayarak söylemişti)  görüşmelere katılan heyet gibiyse, onların bir benzeri ise..masalımsı hayallere yer yoktur. 3.9.2015





Bu adam sizden mi?

 Kişisel garanti seminerlerinde, hataları öngörmek ve önlemek için  bazı metodlar öğretiliyor.

Bu, bilinen diğer kalite  kontrol metodlarının yerine geçmiyor ancak bu metodlar için bir destek oluşturuyor.

İddiaları şu:

"Bir kurumda çalışan herkes yaptığı işin altına imzasını atabiliyorsa,o kurumda kalite teminat altına alınmış demektir."

İmza atmakla iş bitmiyor, imzaya güvenmek de gerekiyor.

Konuyu pratik şekilde kavratacak örnekleri var:

Paraşütle atlama öncesi en çok dikkat edilecek husus paraşütün katlanmasıdır. Zira katlama sırasında yapılabilecek en küçük hata atlayanın hayatına malolabilir.

* Kimin katladığı bir paraşütle hiç tereddüt etmeden atlardınız?

Eşinizin, çocuğunuzun,kardeşinizin, babanızın, iş arkadaşınızın?

Örneği tersten alarak yine soralım: Sizin katladığınız paraşütle hiç tereddütsüz kim atlardı?

Bu soruların cevapları bizim çevremize , çevremizdekilerin bize duydukları güvenin göstergesidir.

"Benim katladığım paraşütle herkes atlar" diyebilen kişi kişisel garantisine güveniyor demektir.

Müşterilerin bir kurumdaki insanlara güven duymaları, o kurumdaki insanların birbirine güven duymaları ile mümkündür.

İngiltere'de bir firma çalışanları pazartesi günü işe geldiklerinde birer kişisel garanti sertifikası kitabı, özel baskılı bir post-it ve bir mektup bulmuşlar.

Mektupta çalışanlara kitabı okumaları, kendilerinden yazılı bir iş talep edildiği zaman bu post-it'i imzalayarak  yaptıkları işin üstüne yapıştırmaları isteniyormuş.

Bir hafta içinde kanıksanmış bir şekilde devam eden hatalar sıfıra yaklaşmış.

Herkes her işte karşısındakinin kişisel garantisini istemeye başlamış.

Böyle bir testte," bu dam sizden mi yoksa bizden mi"nin önemi var mı?

Katlayan sizden ise gözü kapalı atlar mısınız?

* * *

ŞÜPHE KUYRUĞU 

Uluslararası istatistiklerde Türk insanı başkalarına güvenme konusunda sonuncu. 

(Burada başkalarından kasıt, aynı ülkede yaşayan diğer insanlar) 

İngilizlerin yüzde 43’ü, Fransızların yüzde 21’i, Hintliler’in yüzde 33’ü, İtalyanlar’ın yüzde 33’ü, Türklerin yüzde 9’u başkalarına güveniyor. 

Türk insanı muhatabına şüpheyle bakıyor. 

Komşusuna güvenmiyor, servisine güvenmiyor, kapıcısına güvenmiyor, doktoruna güvenmiyor. 

Eskiden  “güvendiğiniz kurumlar” anketinde yüzde 85 oy alanlar olurdu.

Riyakar bir tarafımız da yok değil. 3.03.2016